26 Ağustos 2012 Pazar

Padişahım Çok Yaşa!


Bazı bölümler www.masonlar.org'tan izin alarak alınmıştır.

Osmanlı Padişahlarından V. Murad'ın şehzadeliği sırasında Mason olduğu öteden beri bilinmekte idi, ancak, doğru olarak bilinen de bundan ibaretti. Şurada burada görülen malûmat, Masonluk âleminin dışındaki kaynaklardan elde edilmiş bulunduğundan, eksik olduğu gibi bazen de uydurulmuş veya yakıştırılmış şeylerdi.

Abdülmecidin büyük oğlu Şehzade Murad, 1840 senesinde doğmuş, tahsil çağına gelince bir çok hocalardan Türkçe, Arapça ve Fransızca dersleri almış ve garp musikisi öğrenmiştir.

1861'de babası Abdülmecidin ölümü ve amcası Abdülaziz'in tahta çıkması ile Veliahd ilân edildi. Daha fazla garp kültürünün tesiri altında kalmış, demokratik idare taraftarlığı şâyi olmuştu. Bu bakımdan "Yeni Osmanlılar" denilen zümre onun tahta çıkmasını arzu etmekte idi. Abdülazizle Mısır ve Avrupa seyahatlerinde beraber bulundu. Bu son seyahatte, Napoli, Tulon üzerinden Paris'e gidildi, orada bir müddet kalındıktan sonra Kraliçe Viktorya'nın davetlisi olarak Londra ziyaret edildi ve İstanbula dönüldü. (21.6.1567 - 7.8.1867).

Oldukça iyi yetişmiş olup Fransızca da bildiği için görüştüğü Avrupa hükümdar ve prenslerinin takdirini kazandı. Rivayete göre, hakkındaki teveccühlerden canı sıkılan Abdülaziz, seyahatin yarısında Murad efendiyi İstanbul'a göndermek istemiş ise de, bu hâlin Avrupa hükümdarlarına karşı fena tesir edeceğinin Fuat Paşa tarafından söylenmesi üzerine tasavvurundan vazgeçmiştir.

Şehzade Murad vaktini Kurbağalıdere'deki köşkünde geçirir, Namık Kemâl, Ziya bey (paşa) ile içki âlemleri yapar, ahbaplık ederdi.

Fransız Grand Orient'ının, kuruluşundan 1875 senesine kadarki çalışmaları hakkında bütün önemli vesikaların kopyalarını verdiği Fransız Milli Kütüphanesi'nden elde edilen belgelere göre, Şehzade Murad'ın Masonluğa kabul töreni (Tekris) "Proodos" Locası tarafından yapılmıştır.

Fransız Grand Orient'ına tâbi olan bu Loca, gene aynı G. O.'a tâbi l'Union d'Orient Locasından ayrılan Masonlar tarafından ve Rumca çalışmak üzere 1868 senesinde kurulmuştur.

Kabul töreni Kadıköy'de yapıldı

Tekrisi yapan Üstadı. Muhterem. Kleanti Skalyeri, 1833 yılında İstanbul'da doğmuş, 1865'te l'Union d'Orient Locasında Louis Amiable'in Üstadı Muhteremliği sırasında tekris edilmişti. Fransa'da doğmuş ve orada Mason olmuş olan Louis Amiable ise, hukuk doktoru olup, avukatlık ve Bab-ı Alî'de hukuk müşavirliği yapmakta idi. Bu ikisi Şehzade Murad'ın tekris edildiği Proodos Locasının kurucularındandır.

Tekris merasimi 20 Ekim 1872 tarihinde, Kadıköyü'nde Louis Amiable'in evinde yapılmıştır. Louis Amiable'in Hatip olarak katıldığı bu toplantıda diğer vazifelilerin çoğu yerine de, Locada sayıları az olan Türkler, vekâleten bulunmuşlardır. Locanın âmil azası o tarihlerde 65 kişi kadar olduğu halde, ilerde göreceğimiz sebeplerden bu toplantıya vazifeliler dahil 11 kişi iştirak etmiştir. Bu toplantıda Türkçe çalışılmıştır. Önemli celse zabıt suretlerinin G. O.'a gönderilmesi âdet olduğundan, bu celsenin zaptı da vesikalar arasında bulunmaktadır:

Tekris celsesi zaptı :

"20 Kasım 1872'de Kadıköyü'nde, Louis Amiable K.in evinde şu K.'ler hazır bulunuyorlardı:

Üs. Muh.   Kleanti Skalyeri
1. Na. vazifesinde   Ragıb efendi
2. Na. vazifesinde   Hilmi efendi
Hatip vazifesinde   Louis Amblable
Sekreter vazifesinde   Ahmet bey
Muhakkik vazifesinde   Seyit bey
Merasim Üs. vazifesinde   Jozef Makaryos

ve Nuri bey, Tevfik bey, Jan Skalyeri ve Jorj Plati K.'ler.

Tam öğle vakti.

Proodos Muh. L.'sının çalışmaları Türkçe olarak, Ç. derecesinde alışılmış sırlarla açıldı.

Üs. Muh., skrüten neticesi uygun olduğu takdirde Şehzade Murad efendinin tekrisi için toplanılmış olduğunu bildirdi.

Aday için en iyi bilgileri veren üç tahkik levhası okundu. Hatibin mütalâası alındıktan sonra dolaştırılan skrüten Şarka lekesiz ve temiz geldi.

Daha sonra ritüelin gösterdiği usullerle adayın tekrisine başlandı. Kendisine nur verildikten sonra, Hat. Louis Amlable tarafından Fransızca ve Sek. Ahmet bey tarafından ise Türkçe olarak birer konuşma yapıldı.

Kardeşlik zinciri kuruldu. A.A. kelime verildikten sonra, mevcut K.'lerin hepsi bu sırrı saklayacaklarına yemin ettiler.

Tam gece yarısı."

Gizlilik içide

Bu zaptın altında, Murad dahil celsede bulunanların hepsinin imzaları vardır.

Bu tarihlerde İstanbul'da en az 15 Loca bulunmakta idi. Bunlardan Fransız G.O.'na bağlı l'Etoile du Bosphore, l'Union d'Orient, Proodos ve Ser Locaları ile İtalyan G.O. na bağlı İtalia Locası, yani beş Loca, Beyoğlu'nda Ağahamamı sokağında, müştereken kiralamış oldukları bir lokalde çalışmakta idiler. Tekris celsesinin bu binada değil de Louis Amiable'in evinde yapılmış olmasıın sebebi gizliliği temin içindi. Hatta Loca K.'lerinin bile pek azı bu hadiseden haberdar edilmişlerdi. Veliahdın tekrisini G. O.'a bildiren mektubunda Üs. Muh. Kleanti Skalyeri bu durumu şöyle izah ediyor :

"23 Ekim 1872
Fransız G. O.'na
Çok sevgili Kardeşlerim,

Gayri muntazam başlamış, yani Teşkilâtımızın Nizamnamelerine aykırı bulunmasına rağmen, Masonluğun Umumî ve Fransız G. O.'nın hususî menfaatlerine uygun olan ve yeni tamamlamış olduğum bir eseri size bildirmek isterim.

Fakat meseleyi anlatmadan önce şunu da belirtmek isterim ki, güzel Kuruluşumuza en çok ihtiyacı olan memleket bizimkidir. Burada çeşitli din'ler, milletler, ırklar, dolayısile anlaşmazlıklar ve kinler vardır. Padişah, Nazırların ve halkın büyük ekseriyeti Masonluğa kötü gözle bakarlar.

"Hafiyeler kapımızda"

Kaç defa Mabetlerimizin kapısında bekleyen hafiyeler gördük, kaç defa, maksadı aramıza girip Müslüman Kardeşlerin isimlerini öğrenmeye çalışan kimseleri bilmeden tekris ettik. Bu Müslüman Kardeşlerin bir çoğu ya işinden atılmış, ya rütbeleri alınmış veya sürülmüştür. Bizim tam bir isim listemiz polisin elindedir. Masonluğun, Müslümanları Hıristiyanlaştırmaktan başka gayesi olmayan bir teşkilât olduğuna Padişahı inandırmak için Türkçe bir kitap yazılmıştır.

Bu hadiselerin sonunda cesaretlerini kaybeden Müslüman Kardeşler, Localara eskisi gibi devam edemez oldular. Masonluğun Vâdîmizde çökmek üzere olduğunu üzülerek müşahade ederken, ilerde çok faydalı olabilecek bir hamle yapmak imkânını bulduk.

Son günlerde şahsen bana yapılan bir müracaatla Osmanlı İmparatorluğu tahtının varisi Prens Murad efendinin tekrisi teklif edildi. Bu teklif, Muh. L.'mızın âmil azası, Üs. Mason ve Veliahdın baş kethüdası Seyit Bey tarafından yapıldı.

Aşağıda anlatacağım sebeplerden en sıkı ketumiyetin muhfaza edilmesi ve tekrisin dışarıya sızmasına meydan verilmemesi lûzumlu idi.

Padişah, uzun zamandan beri kendisinden sonra, yeğeninin yerine oğlunun tahta çıkmasını istemekte ve bunun için çalışmaktadır. Fakat Osmanlıların dinî ve millî gelenekleri buna karşıdır, ve tahtın varisi halkın ve Nâzırların büyük bir kısmı tarafından tutulmaktadır.

"Öğrenilirse, cezalandırılırız!"

Murad efendi Teşkilâtımızın aradığı bütün kalitelere sahip olduktan başka, faziletleri ve tekâmül için duyduğu sevgi ile ilerde vatanının ve Teşkilâtımızın bir zaferi olacaktır. Murad efendi çoktan beri nura kavuşmak istemekte fakat bu projesini gerçekleştirememekte idi. Hiç bir prensip sahibi olmayan, kalpsiz, mantıksız, hakikî tekâmülün düşmanı bulunan ve tahtın varisini değiştirme çareleri arayan Padişahın kulağına Veliahdın tekrisi hadisesi giderse, aradığı kıymetli bahaneyi bulmuş olacaktır. Veliahdın dinsiz, imansız "gâvur" olduğu ilân edilerek halkın taassubu tahrik edilecek ve muhtemelen Veliahd ve Kardeşlerinin tahta çıkma hakları alınacak, tekrisine sebep olanlar cezalandırılacaklardır. Burada da Masonluk, yanlız Müslümanlar tarafından değil, Avrupa'da olduğu gibi bütün cahil halk tarafından iânetlenmiştir.

Gördüğünüz gibi Kardeşlerim, Nizamnameler ve Masonluk vazifelerim arasında zor durumda kalmıştım. Bir taraftan Nizamnamelere uyacağıma yemin etmiştim, diğer taraftan Masonluğun Umumî ve Fransız G.O.'nın hususî menfaatleri için de Nizamnamelere aykırı olarak Veliahdı tekris etmeli idim.

Teklifi kabul etmemek, Teşkilâtımıza karşı Veliahdın eline bir silâh vermek olacaktı, çünkü o da umumî kanaate uyarak bizim, krallara ve dinlere karşı olduğumuz fikrine inanacaktı. Sonra, ya bir İngiliz veya İtalyan Locası bu tekrisi yaparsa, G. O.'ı böyle bir kazançtan niye mahrum etmeli?

"Sır saklamaya her zaman riayet edilmiyor"

Prensin tekrisini yapmak, Nizamnamelere göre yapmak, yâni haricî olarak adını ilân etmek, bütün Loca âzâsına haber vermek, Prensi lokale getirtmek, hem kendisi hem de bu memleketteki Teşkilâtımız için zararlı olurdu, çünkü biliyorsunuz Kardeşlerim, sır saklamaya her zaman riayet edilmiyor.

Bunun için Nizamnamenin tekris hakkındaki bazı maddelerini ihmâl ederek ikili vazifemi yaptım: birincisi, durumu ve üstün kaliteleri ile çok şey vâdeden bir kimseyi Teşkilâtımıza kazandırmak, ikincisi, Fransız Mason tarihine, ilerde Sultan olacak bir kimsenin tekrisi gibi benzeri olmayan bir hadiseyi kaydetmek,

Muameleye başlamadan önce, dostum ve Kardeşim Louis Amiable'in nasihatlarını ve fikirlerini aldım. Masonluğun Umumî ve Fransız G. O.'nın hususî menfaatleri için yaptığı gayret ve hizmetlerle tanıdığınız bu Kardeş, bana cesaret verdi ve işbirliği vaadetti.

Bu tekrisi, Muh. Proodos Locasının Üs. Muh.'ı olarak atölye adına, fakat kimseye bildirmeden ve sadece Locada güvendiğim bir kaç âzâ ile gerçekleştirmem de aramızda kararlaştırıldı.

Netice olarak, 20 Ekim 1872 akşamının 7'sinde, Loca Muhak.'i Jozef Makaryos, kurucu ve R.C. Abdurrahman Hilmi, Üs. Mason Seyit, Üs. Mason Ragıb efendi, Ç. Mason Tevfik bey, Ç. Mason Nuri bey, hepsi Proodos Locası âmil azası; ayrıca l'Union d'Orient Locasından Dr. Jan Skalyeri ve Refet Ahmet K.lerle, Kadıköyü'nde Proodos Muh. Locası kurucu ve âmil azası Louis Amiable'in evine gittik. Daha önceden evin bir salonunu Masonik Lokal haline getirmiştik. Anayasa ve Ritüelin Tekris hususundaki bütün icaplarını yerine getirerek, mevcut bütün K.lerin imzalamış oldukları sureti ilişik zapta göre tekris merasimini ifa ettik.

Şimdi K.lerim, Masonluğun Umumî menfaatleri için tasvibinizi ve aynı zamanda, birkaç gün içinde Murad efendiyi ikinci ve üçüncü dereceye terfi ettirebilmem için gerekli müsaadenin verilmesini istiyorum.

"Hoşgeldin mektubu iyi olur"

Bu hadisenin resmî bültenlerde neşredilmemesini ve ben size bildirinceye kadar bütün Masonik neşriyata mani olunmasını, Teşkilâtımızın buradaki menfaatleri bakımından rica ederim.

Ayrıca, Fransız G.O.'nun, benim aracılığımla kendisine bir tebrik ve hoşgeldin mektubu yazmasının çok uygun olacağını sanırım: bundan çok hoşlanacaktır.

G.O.'nın bu faaliyetlerimi hatalı bulacağı yerde beğeneceğini umarak...

Candan bağlı Kardeşiniz
Prodos L.sı Üs. Muhteremi
Kleanti Skalyeri"

Bu yazıya, zabıttan başka Louis Amiable'in bir mektubu ile Hatip olarak yaptığı konuşmanın metni de eklenmiştir. Sek. Ahmet bey tarafından yapıldığını zabıttan anladığımız Türkçe konuşmanın menti yoktur.

Président du Conseil de l'Ordre", yani Teşkilât reisinin verdiği cevabın müsvettesi, suret olarak saklanmış:

"8.11.1872
İstanbul Vadisinde Proodos Muh. L.sı Üs. Muh.' Kleanti Skalyeri'ye,
Prens Murad efendinin tekrisini ve bu tekrisin hangi şartlar altında yapılmış olduğunu bildiren 23.10.1872 tarihli mektubunuzu aldım.

"Veliahda 2. ve 3. dereceleri de verin!"

Bu haberinizi büyük bir alâka ile karşıladım. Türkiye tahtı varisinin tekrisine ben de sizin gibi büyük bir kıymet vermekteyim. Fransız G. O.'nına bağlı bir atölyede nur aldığı için kendimizi tebrik etmeliyiz.

Böyle önemli bir işi tahakkuk ettirebilmek için Nizamnamelerin dışına çıkmak mecburiyetinde kalmış bulunmanız can sıkıcı olmakla beraber, sizi böyle hareket etmeye mecbur eden düşüncelerinizi anlıyorum; memleketin ve yeni tekris olan Kardeşin içinde bulunduğu pek hususî şartlara bakarak, kanunlarımıza uymamakta haklı olduğunuzu kabul ediyorum.

Sırası geldiği vakit ve icab ederse Konsey'de müdafaanızı ben kendim yapacağım.

Sevgili Kardeşim, eserinize devam ediniz ve yeni Kardeşe ikinci ve üçüncü dereceleri aynı gizlilik içinde veriniz. Öyle yapınız ki, bu derecelerin tedrisatı aklında ve kalbinde silinmeyecek izler bıraksın. Böylece Masonluğa vatanınıza ve insanlığa çok büyük bir hizmette bulunmuş olacaksınız.

Kardeş sevgilerimin kabulü....
de St. Jean"

Kleanti Skalyeri'den,
"Fransız G. O.'nda Teşkilât Konseyi Reisi, de St. Jean Kardeşe.

Murad efendinin ikinci ve üçüncü derecelere terfii için bana selâhiyet veren ve bu sembolik derecelerin tedrisatının da aklında ve kalbinde silinmeyecek izler bırakmasını tavsiye eden mektubunuzu aldım.

Bunun üzerine, 8 Aralık Pazar günü, saat akşamın altısında, Beyoğlu, Ağahamam sokağı 12 No.lu mahaldeki Masonik Lokalde toplandık ve aynı gizlilik içinde ve bütün şekillere uyarak Veliahda ikinci ve üçüncü sembolik dereceleri verdim.

Veliahd o derece duygulandı ki, çalışmalar kapandıktan sonra sabahın ikisine kadar, Masonik ve Masonluğun memleketimizde yayılması çarelerini konuşmak için kaldı. Fransız G. O.'na bağlı olan fakat yanlız Türkçe çalışan bir Locanın kurulmasını teklif etti; derhal, benim riyasetimde bir muvakkat Loca teşkil edildi ve vazifelilerin seçiminden sonra Locaya "Envarı Şarkıyye" adı verildi. İçtüzüğünün hazırlanması için bir komisyon kurduk. Bu komisyon işini bitirir bitirmez kuruluş için resmen müracaat edeceğiz.

Bu mektubuma ilişik olarak 8 Aralık celsesi zabıt suretleri ile Veliahd için diploma talebini bulacaksınız, bunun bir an önce gönderilmesini rica ederim.

Birkaç gün önce G.O.'dan Abravanelli, Farazi, Nuri bey ve Tevfik bey K.lerin diplomalarını talep etmiştim, ve bu talebimde son ikisinin çıraklık devrelerini doldurmadan ikinci ve üçüncü derecelere birden terfilerinin sebebini bildirmemiştim. Bunun sebebi, 8 Aralık tarihli celsede yeteri kadar Üs. Mason bulunmasını temin etmek ve aynı zamanda bu iki Kardeşin, Nuri bey ve Tevfik beyin aracılığı ile ihtiyacımız olan muhtelif parçaları o zamana kadar hazırlamaktı; Locaya, bu Kardeşlerin erken terfilerinin sebebini, ikinci ve üçüncü derece ritüellerin Türkçeye tercümesini en iyi bu K.lerin yapabileceklerini ve bu tercümelere ihtiyaç bulunduğu için bu K.lerin erken terfi ettirildikleri şeklinde bildirdim, ve mes'uliyeti üzerime aldığımı söyledim.

Amiable K. de size yazmak istiyordu, fakat sağ eli kalem tutamayacak kadar ağrıdığı için yazamadı, iyi olur olmaz yazacağını bildirmemi istedi; bu sebepten, Prense yazılacak tebrik mektubunun şekli hakkında istediğiniz malûmatı da gönderemedi.

Bana kalırsa bu tebrik mektubunu, kendisinin durumunu ve değer verdiklerine karşı samimî ve liberal karakterini göz önünde bulundurarak, memleketinizin âdetlerine göre yazmanız daha uygun olur. Bu mektubu geciktirmemenizi rica ederim.

Kardeş sevgilerimin kabulü...
Candan bağlı Kardeşiniz
Proodos Muh. L.sı Üs. Muh.i
Kleanti Skalyeri"

Mesleği: Prince Impérial

İkinci ve üçüncü derece celselerinin zabıt suretleri ile diploma talebi formu da bu mektuba ilişik olarak gönderilmiştir. Diploma talebi formunda Şehzâde Murad için şu bilgiler var :

Adı : Mehmet Murad - Mesleği : Prince Impérial, taht varisi - Doğumu : 25 Recep 1256 (5840) - İkametgâhı : İstanbul - Tekris ve terfi tarihleri ve Lâtin harfleri ile ve Fransız imlâsına göre kendi imzası.

Başka bir mektupla Kleanti Skalyeri Fransa'dan Murad efendi için bir kordon ve önlük istiyor. Mektubunda diyor ki, "lütfen Prens Murad efendi için kendi zevkinize göre bir kordon ve önlük satın alarak gönderin; şuna da dikkat edin, Türkler süslü ve zengin şeyleri severler. Bunlar için 250 frank harcayabilirsiniz."

Bir hesap pusulasından da 240 franga bu ikisinin alındığı anlaşılıyor.

Vesikalar arasında Şehzade Murad'a yazılan tebrik mektubunun üç sureti var. Hepsi aynı metin ve güzel bir kaligrafi ile yazılmış fakat üzerindeki tashihlerden anlaşıldığına göre, ya bir yanlış görülmüş veya sayfa tertibi beğenilmemiş, kusursuz oluncaya kadar tekrar tekrar yazdırılmış.

En önemli vesikalardan biri de Şehzade Murad'ın bu mektuba verdiği cevaptır: Fransızca, kendi el yazısı ile yazılmış ve üç noktalı imzası ile.

Şehzade Nurettin efendi de Mason

Daha sonra, Abdülmecid'in 6. oğlu, Şehzade Murad'ın kardeşi Nurettin efendinin aynı gizlilik içinde tekris edildiğini (Kasım 1873) ve Hatip konuşmasını bu sefer Murad'ın yaptığını başka vesikalarda görüyoruz. Bu konuşmanın metni vesikalar arasında yok, fakat konuşması sebebile kendisine yazılmış bir tebrik mektubunun sureti var.

Nurettin efendinin, tekris edildiği günün akşamı, l'Union d'Orient Şapitrinde, Veliahd Murad efendinin 18. dereceye kabul töreninin yapıldığı ve daha yüksek dereceler istediği bildiriliyor. Bu husustaki yazışma evrakı da vesikalar arasında mevcuttur.

24 Ağustos 1875'te Abdülmecidin 4. oğlu şehzade Kemalettin efendi de aynı şartlarla, bu sefer Kleanti Skalyeri'nin evinde tekris ediliyor. Veliahd Murad efendi ile ilgili vesikalar bunlardan ibaret.

Sultan Murad hakkındaki eski bilgiler

Şimdiye kadar 5. Murad'ın Masonluğu hakkında doğru olarak bilinen, sadece Mason olduğudur. Bu hususta şunlar yazılmış:

Kemalettin Apak B.'in 1932'de basılmış bir konferansından:

"....O vakitler henüz Şehzade bulunan Sultan Murad dahi Ser Mahfeline intisab eylemiş ve burada Mason olmuştur... O zamanlar bu Mahfelin, Üs. Muh.'i İran Sefiri kebiri Muhsin Han idi... Şair Ziya Paşa, Abdülaziz zamanında Mabeyni başkâtibi idi. Her halde Murad efendiyi Mason yaptıran rehberler arasında mühim rolü vardır."

1934'te basılmış olan "Muhibban-I Hürriyet Muh. Mahfelinin çeyrek asırlık hayatı tarihçesi" adlı broşürden :

"İlk ve muvakkat Şuray-ı Alî Prens Halim paşa tarafından 1861 tarihinde ve İstanbul'da teşekkül etmişti. Bu ilk teessüste mukayyet bulunanlar arasında zamanın veliahdı Rose Croix derecesini haiz beşinci Murad ile Üs. derecesinde bulunan biraderi Prens Nurettin efendi ve Kemalettin efendiler görülmektedir."

Beşinci Murad'ın Masonluğu hakkında en fazla tafsilât, Ziya Şakir'in "Beşinci Murad'ın hayatı" isimli kitabında var (1943). Hulâsa olarak şöyle yazıyor :

"Tavsiye İngiliz Veliahtından geldi"

"Sultan Abdülaziz'le Avrupa'ya seyahate giden Murad efendi, seyahatten avdetinden bir müddet sonra İngiltere'de tanıştığı ve Masonluk hakkında görüştüğü İngiliz Veliahdı Prens dö Gal'den Masonluğa girmesini tavsiye eden bir mektup almıştı. Kısa bir müddet sonra da Dr. Kapolyon ile hususî kâtip Seyit bey kendisine müracaat ederek Kleanti Iskalyeri isminde bir zat sizi ziyaret edecek demişlerdi. Iskalyeri, 1868 senesinde teşekkül eden Proodos Mahfelinin müessisi ve Üs. Muh. i idi. Aslen Yunanlı olduğu halde teşkilât için İstanbul'a gelmişti. Kleanti, Fransız Maşrıkından aldığı bir mektubu Murad efendiye göstermişti. Bu mektupta Osmanlı Veliahdına 18 derece verilerek hususî merasimle Kardeşler arasına alınması bildirilmişti. Murad efendi bu teklifi büyük bir memnuniyetle kabul etmişti. Birkaç gün sonra Beşiktaş sarayının tenha bir odasında Üs. Muh. Kleanti İskalyeri, Üstatlardan Giritli Dr. Minos Volonaki, Dr. Yani Eşamelos, Bursalı Epaminonda'dan mürekkep bir heyet huzurunda Osmanlı Veliahdı, her türlü merasimden âri bir şekilde, ve yanlız tebliğ suretile tekris edilmiş ve Aziz Biraderlik şehadetnamesile bu dereceye mahsus silâhlar, kordon ve tabliye kendisine verilmişti."

Kemalettin Apak B. 1950'de genişletilmiş olarak ikinci baskısını yaptığı kitabında, "Ziya Şakir yanılmaktadır, Beşinci Murad Ser Locasında tekris edilmiştir" diye ısrar etmekte ve kendince sebepler zikretmektedir.

Belleten'de (1944) Beşinci Murad'la ilgili çok önemli beş makale neşreden İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Beşinci Murad'ın Masonluğu hakkında Ziya Şakir'in kitabını mehaz göstererek aynı şeyleri söylüyor.

"Osmanlı imparatorluğu Tarihi" isimli kitabında Zuhurî Danışman, daha da ileriye giderek "Londra'da bulunduğu vakit İngiltere veliahdının delâletile Franmason Cemiyetine girmişti" diyor.

Mason olma fikrini kimden almıştı?

Bu yazılanların uydurma veya yakıştırma oldukları anlaşılıyor. İki nokta önemlidir. Birincisi, Beşinci Murad'a tebliğ suretile 18 derecenin birden verilmediği, aksine, tekris ve terfilerinin hepsinin usulüne göre yapıldığıdır. İkincisi, Kleanti Skalyerinin bu maksatla teşkilât tarafından İstanbula gönderilmediğidir. Yukarda görüldüğü gibi Skalyeri İstanbulda doğmuş ve İstanbulda tekris edilmiştir.

Beşinci Murad'a Mason olma fikri nereden gelmişti? Prens dö Gal'in tavsiyesi yahut teklifi hikâyesi doğru olsa, o zamanlar İstanbulda çalışmakta olan İngiliz Localarından birine girmesi icab etmez mi idi? Louis Amiable G. O.'a yazdığı bir mektupta şöyle söylemekte: "Murad efendi Masonluğu basit bir merak saiki ile istemiştir ve tekristeki bütün denemelere tâbi olmayı arzu etmiştir: kendisine ilk defa Masonluktan bahseden maiyetindeki adamlarının intibalarını öğrenmekle de iktifa edebilirdi."

Bu ibareden, Masonluktan kendisine ilk defa maiyetindeki adamların bahsettiği neticesi çıkarılabilir mi? Proodos Locasının matrikülünün tetkiki de bu kanaati kuvvetlendiriyor:

Proodos Locasında tek müslüman Türk

Beşinci Murad'ın tekris edildiği 1872 senesine kadar Proodos Locasında bir tek müslüman Türk ismine rastlanıyor: Abdurrahman Hilmi, l'Etoile du Bosphore Locasında tekris olmuş, l'Union d'Orient Locasına tebennî etmiş ve kurucu olarak Proodos Locasına katılmış. 1872'de R. C. derecesinde 13 senelik Mason (53 yaşında)

Proodos Locasının kurulduğu 1868'den 1872 yılının başına kadar matrikülde başka Türk ismi görülmüyor. 1872 yılında ise, Murad'ın tekris edildiği 20 Ekim tarihine kadar, 8 ayda 12 Müslüman Türk tekris edilir, 3 kişi de başka Localardan katılır. Bunların bir kısmının 5. Murad'la ilgilerini biliyoruz. Esaslı bir araştırmada hepsinin ilgilerini tesbit etmek ihtimal dahilindedir. 8 Şubat 1872'de ilk tekris edilenin adı, matrikülde Ali Safaati bey diye yazılmakta ise de büyük hürriyet kahramanı Ali Şefkatî beydir. Bunun arkasından Namık Kemâl ile Seyit bey 24 Şubat 1872'de tekris edilmişlerdir. Mason olduğu bu belgelerde açıkça görülen Namık Kemâl, Beşinci Murad'a veliahlığı sırasında Fransızca dersleri vermiş ve arkadaş olmuşlardır. Seyit bey ise, Murad'ın başmabeyincisidir. 2 Nisan 1872'de tebennî suretiyle Locaya katılan (53 yaşında) Mehmet Ragıp efendi, Murad'ın maiyetinde memurdur, 3 senelik Üstat Masondur ve İzmir'de Orhaniye Locasında tekris olmuştur. (Orhaniye Locası hakkında hiçbir bilgimiz yoktur).

Sultan Murad tekris olduktan sonra da Türkler bu Locaya girmeye devam etmişlerdir.

Bu vesikaların arasına 1884 senesine ait olan matrikül cetveli de karışmıştır. Sultan Murad'ın hal edilip Abdülhamid'in tahta çıkmasından 8 sene sonra Locada bir tek Türk kalmamıştır.

Hikâyenin sonu.

Tekrisinden 3,5 sene sonra, 1876 Mayısında Abdülaziz hal ediliyor. Murad efendi, Padişah Beşinci Murad namı ile tahta çıkıyor. 6 gün sonra Abdülaziz intihar ediyor. Bu hâdise, Sultan Murad'ın bozuk olan asabını iyice sarsıyor ve kendisinde cinnetin ilk belirtileri tahta çıkışının haftasında görülüyor. Bir zaman hastalığını halktan saklamak istiyorlarsa da muvaffak olamıyorlar. Üç ay üç gün süren ismen hükümdarlıkta bulunduktan sonra tahttan indirilerek İkinci Abdülhamit hükümdar ilân ediliyor. Sultan Murad Çırağan sarayına naklediliyor ve 1905'te ölünceye kadar 29 sene orada mahpus kalıyor.

Sultan Murad hal'inden sonra iyileşiyor, bu sefer de iyi olduğu halktan gizleniyor.

Masonlar, Saltanattan hal edildikten sonra da Sultan Murad'ın hayatı ile alâkadar olmuşlar ve Abdülhamit tarafından öldürülmemesi için tedbir almaya çalışmışlardı.

Çırağan Sarayı'ndan kaçırılacaktı

Sultan Murad'ı tekrar tahta çıkarmak veya Çırağan Sarayından kaçırmak için birkaç teşebbüs yapılmıştır. Bunların sonuncusu, Kleanti Skalyeri - Aziz bey Komitesi denen teşkilât tarafından 1878 senesinde yapılmak istenmiştir. Skalyeri ile onun komitesine dahil bulunan Şurayı Devlet muavinlerinden Ali Şefkatî bey, bazı şahıslar vasıtasiyle Sultan Murad ve Validesi ile muhabere etmişler ve sonra birkaç defa da Çırağan Sarayının geniş su yolundan gizlice girmek suretiyle Sultan Murad ile görüşmüşlerdi. Nihayet bu komite, azaları Aksaray'da Aziz beyin evinde toplandıkları sırada içlerinden birinin ihbarı üzerine basıldı; komiteye dahil olanlardan Skalyeri ile Çerkes cariyelerinden Nakşibend kalfa ve Ali Şefkatî bey kaçmayı başarmışlar, diğerleri yakalanarak, Aziz bey ile Agâh efendi vicahen, Skalyeri ile Ali Şefkatî gıyaben idama mahkûm edilip, diğerleri de muhtelif cezalara çarptırılmışlar ise de, Aziz bey ve Agâh efendinin cezaları on beşer seneye indirilerek Akkâ'da ve diğerleri bazı mahallerde hapsedilmişlerdir.

Kleanti Skalyeri saklandıktan az sonra Yunanistan'a kaçmış, Nakşibend kalfa da rivayete göre Mason cemiyetinin yardımı ile Yunanistana kaçırılmış, Ali Şefkatî bey de Fransaya kaçmıştır.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Hilafet Nereye ?


Hilafet Nasıl Kaldırıldı?

Mustafa Kemal Paşa, İzmir iktisad kongresine katılmak için, önce İzmit'e, buradan başlayarak ta İzmir'e vasıl oluncaya kadar yol boyunca birçok dini hissiyat ile meşbû beyanatta bulunmuş ve bu arada Zağanos Paşa C
amiinde Cuma namazını edâdan ve şehidlerin ruhuna ithafen okunan mevlid-i şerifi dinledikten sonra minbere çıkarak, meşhur hutbesini irad eyler. (Herkesin bildiği gibi, Paşa bu hutbede dindar bir Müslüman gibi konuşmuş, hilafeti göklere çıkarmıştır*)

Fakat bu hutbenin iradından sadece birkaç gün sonra İzmir'de "İktisad Kongresi"nin açılış konuşmasında bu sözlere tezad teşkil edecek sözler söylemiştir. (Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman başta olmak üzere tüm Osmanlı Padişahlarına hakaretler yağdırmıştır. Millet için, Fatihlerin arkasından "serserilik etmiş " demiştir*)

Peki ama, birkaç gün içindeki bu değişikliğin sebebi neydi? Kısaca söylemek gerekirse Hahambaşı Hayim Naum Efendi'nin Lord Gürzon'un direktiflerini hâmilen (taşıyarak) İzmir'e gelip Mustafa Kemal Paşa'ya "Hilafeti'i ortadan kaldırmadığı takdirde sulh olmayacağı"nı bildirmesiydi.

Esasen o sırada konferans bu sebeple kesintiye uğramış bulunuyordu. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, saltanatın ilgası sırasında Meclis'te Hilafeti göklere çıkaran konuşması ve diğer tavırlarından da açıkça belli olduğu üzere, kendisi "halife" olmak istiyordu. Bunun mümkün olmayacağını görerek İzmir İktisad kongresinde böylece geriye adım atmış oluyordu. (Bu mesela hakkında Kadir Mısıroğlu'nun "Lozan Zafer mi Hezimet mi? adlı eserinin 3. cildinde ve "Geçmiş ve Geleceği ile Hilafet" adlı eserinde yeteri kadar tafsilat vardır*)


Kısaca söylemek gerekirse, sulha kavuşmak için Hilafeti feda etmek gerektiği ortaya çıkmış oluyordu.

Lakin bu iş nasıl yapılabilirdi? I. TBMMnin hilafeti lağvetmesi hayal bile edilemezdi. Bunun için müteakip Mart ayı sonlarında Ali Şükrü Bey cinayeti vesile ittihaz olunarak Müdafa-i Hukuk grubunca Meclis feshedilip yeni bir seçim kararı alında.

Nisan başında "Halk Fırkası"nı kuran M.Kemal Paşa namzetleri de bizzat tayin ederek-adeta sekreterya mahiyetinde olmak üzere- ikinci devre TBMMni tamamen kendi arzusuna muvafık bir surette teşekkül ettirdi. Henüz harcayamadığı Kazım Karabekir, Rauf Orbay vs. gibi müstakbel muhaliflerine rağmen artık istediği her şeyi yapabilecek duruma geldi.

Ancak umumi efkar, henüz Onun "İslam karşıtı" fikirlerini kabule pek müsaid olmadığından, Hilafetin ilgası teklifi Meclise "Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi(1) ve elli üç arkadaşının teklifi" olarak sevk edilmiştir. Müdafaası da eski usul-i fıkıh müderrisi Seyyid Bey'e(2) yaptırıldı. Bunun manası, millet karşı yapılan işin İslâm'a mugayir olmadığı yolunda bir telmih ve telkinden başka birşey değildi.

Ayrıca Seyyid Bey'in Hilfafet aleyhindeki konuşması kitap halinde basılarak bol bol her tarafa dağıtılmıştı ki, bu tavır da halkı "hoca" ve "şeyh" ünvanlı insanlar vasıtasıyla yapıla işin "İslamın özüne aykırı olmadığı" yönünde ikna gayretinin delilidir.

Realities of World


10 Ağustos 2012 Cuma

İllüminati Nedir?


Dünyayı 10 kişi yönetiyor ve bu 10 kişinin 300 kadar alt kadrosu verilen emirleri uyguluyorlar. İlluminati adı verilen bu çetenin hedef başkenti Kudüs olan tek bir dünya devleti kurmak. Bugüne kadar çeşitli komplo teorileri içeren bir çok kitap yayınlandı. İlluminati, bu alanda yayınlanan hiçbir esere benzemiyor. Kitaptaki iddialar o kadar ilginç ki, neye inanıp, neye inanamayacağınızı şaşırıyorsunuz. İlluminati, 1575'te ispanya'da bulunan ve özellikle ruhani kudret sahibi olduklarını iddia eden bir dini parti veya bu partinin üyelerine verilen isim. Yazar Texe Marrs, "Süper zenginlerin yönettiği bir Dünya Komplosu"ndan bahsettiği kitabında, dünyaya hakim olan bu güce bu adı uygun görmüş. Kitabın satırları arasına gömüldükçe ve sayfalar arasında ilerledikçe inanması güç iddialarla karşılaşıyorsunuz. 

Dünyayı 10 kişi yönetiyor 

Yazara göre, dünyayı kendilerine "bilge adamlar" adını veren, 10 kişi yönetiyor. İlluminati'nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasilerden oluşuyor. "İç çember" denilen en tepedeki 10 kişiye bağlı 300 kişi ise onların alt kadrosunda yer alıyor ve talimatlarını yerine getiriyorlar. 10 kişilik "bilge adamlar" grubunda Fransa'dan, üç, ABD'den iki, Kanada, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Güney Afrika'dan birer üye bulunuyor. Yazar, burada Fransa'nın üç üyelikle ilk sırada yer almasının yanıltığı olduğunu, Kanada'nın bir üyesinin de ABD'nin üçüncü adamını tamamladığını belirtiyor. 

Hedef tek dünya devleti kurmak 

"İç çember" üyelerinin ortak özelliği Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri üyesi olmaları. İlluminati Komplosu'nun hedefi, başkenti Kudüs olan bir dünya devleti kurmak. Kitabın, sonunda illuminati piramidinin üstünde bulunan "bilge adamlar"a hizmet eden isimlerden bir kısmı, unvanlarıyla birlikle verilmiş. Türkiye'den kimse var mı diye baktık ancak, ne hikmetse kimseyi bulamadık! İlginç değil mi? 

İlluminati nasıl çalışıyor? 

Yılda bir kez biradaya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, "Daha Fazla Savaş" ilkeleri gereği savaşların sürekliliğini sağlamak, çeşitli hastalıklar icat etmek, (kitapta, AIDS ve HIV'in ABD'deki askeri araştırma laboratuvarlarından dünyaya yayıldığı iddia ediliyor.) nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak, etnik temizliği desteklemek ve 11 Eylül örneğinde olduğu gibi terör yaratarak, "anti-terör yasaları" çıkarmak. Yazarın iddiasına göre, 11 Eylül saldırısı için FBI bazı Arapları kullandı ve bombaları temin etti. İlluminatı'nın ilkelerinden en önemlisi "Kaostan kaynaklanan düzen". İlluminati, kendi düzenini çıkarmak için sürekli kaos yaratmak zorunda.


Nerelerdesin Ey Abdülhamit...


Abdülhamit  Han'ın masonlar ile imtihanı!

Padişah 5. Murat'ı Masonlar, Siyonistler ve Batılı devletler destekliyor, amaçlarına hizmet edecek padişah olarak görüyorlardı. Ancak hesaplar tutmaz. 5. Murat hastadır, padişahlık vazifesi göremeyecek kadar. 5. Murat'ın saltanatı çok kısa surdu, ancak üç ay padişahlık yapabildi. Zaten bozuk olan aklı dengesi iyice bozuktu, yapılan tedavilerden de sonuç alınamayınca, yerine yeni bir padişah aranmaya başladılar. Yeni padişah arayışlarını gören Sultan Abdülhamid, mason, Siyonist işbirlikçi çete ile irtibata geçerek, kendisini padişah yapmalarını istedi. Padişah yapılması karşısında, onlara bir takım vaatler vermesi sonucunda, Abdülhamid Han tahta oturdu. Sultan Abdülhamid'den beklediğini bulamayan mihraklar, bu defa onu tahttan indirmek için faaliyete başladı.Osmanlıyı yıkmak için var güçleri ile uğraşan mihraklar, amaçlarına daha iyi hizmet için İttihat–ı Terakki Cemiyetini kurdular. Bu cemiyeti kuranların çoğunluğu masondur. Cemiyetin, kontrolü Siyonist Yahudi'nin elindedir. Bu cemiyetin ilk hedefi Sultan Abdülhamid'i tahttan indirmektir. Sultan Abdülhamid'e karşı oluşan cephede kimler yoktu ki; Masonlar, Siyonistler, Ermeniler, Yahudiler, Türkçüler, Milliyetçiler, Paşalar, Hocalar, Şeyhler. Kısaca bütün elitler aynı safta birleşir. Yıkılması an meselesi olan Osmanlı'yı, Sultan Abdülhamid, uyguladığı siyasetle ayakta tutmuştu. Bir taraftan dünyada gelişen olaylara ayak uyduramayan bir yapı, diğer tarafta içerden ve dışardan saldırılar sonucunda zaaf içinde olan bir devlet yapısı. Bu kadar ağır şartlar altında dahi, Osmanlı o gün dünyada sözü geçen, dikkate alınan birkaç devletten biridir.

Siyonistler, Abdülhamid'den para karşılığında toprak ister. Sultan bu talepleri şiddetle reddeder ve talepte bulunan Yahudi Theodor Herzl'ı huzurundan kovar. Sultanın bu hareketi bardağı taşıran son damladır.1909 yılında Sultan'ı tahttan indirirler. Hadise o kadar acıdır ki, din âlimleri sultanın halline fetva verir. Meclis verilen fetva doğrultusunda karar alarak Abdülhamid'in padişahlığına son verir. Bu kararı Sultana tebliğ etmek üzere gönderilen heyetin içinde, daha önce para karşılığı toprak talebinde bulunan Yahudi Emanuel Karoso da vardır. Bir Osmanlı sultanına reva görülen bu muameleye katkı sağlayan Âlim, Paşa, Yazar ve Milliyetçileri tarih hiçbir zaman affetmeyecektir. Sultan Abdülhamid'i tahtan uzaklaştıranların çoğunluğu sonradan pişman olacak ama iş işten geçmiş olacaktır. Aldananlardan biri olan Enver Paşa yıllar sonra: "Bizim en büyük hatamız Abdülhamid'i anlayamamamızdır" diyecektir. Rıza Tevfik pişmanlığını: Nerdesin sevketli Abdülhamîd Han?/ Feryâdim varır mı bârigâhina?" mısraları ile dile getirecektir. Süleyman Nazif de: "İşte geldik Sen'den istimdâda biz; /Hasret olduk eski istibdâda biz!" diyecektir.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Mossad Belası!


TC, israilin mossadının sorgulama üssü yapılmış..

28 Şubat döneminde İslami guruplar üzerinden geliştirilen
provakasyon dalgası ile Refah-Yol Hükümetini devirme harekatının arkasındaki gücü deşifre ediyoruz. Ergenekon sanıkları Veli Küçük, Ümit Sayın ve Ümit Özdağın, İsrail ajanları ile birlikte Jİ

28 Şubat döneminde İslami guruplar üzerinden geliştirilen provakasyon dalgası ile Refah-Yol Hükümetini devirme harekatının arkasındaki gücü deşifre ediyoruz. Ergenekon sanıkları Veli Küçük, Ümit Sayın ve Ümit Özdağ'ın, İsrail ajanları ile birlikte JİTEM tarafından kaçırılan kişilerin sorgusuna katıldığı ortaya çıktı. (Hatırlanacağı üzere ümit özdağ, mhp genel başkanlığına adaylığını da koymuş ve bazı çevrelerce desteklenmişti.)

Ergenekon sanıkları Veli Küçük, Ümit Sayın ve Ümit Özdağ'ın, İsrail ajanları ile birlikte JİTEM tarafından kaçırılan kişilerin sorgusuna katıldığı ortaya çıktı.
28 Şubat döneminde Kemal Alemdaroğlu'na suikast planladığı iddiasıyla gözaltına alınan üniversite öğrencisi Harun Akdere, mahkeme tarafından tahliye edildikten sonra JİTEM tarafından kaçırıldığını, Kilyos'ta JİTEM'e ait bir binaya götürülüp iki gün boyunca sorgulandığını belirtti. Akit'e konuşan Akdere, sorgusuna Ergenekon sanığı Veli Küçük, Ümit Sayın, Ümit Özdağ ve Musevi aksanıyla konuşan bir sivilin katıldığını, mensubu olduğu cemaat içinde kendileri için ajanlık yapması hususunda baskı gördüğünü belirtti.

ALEMDAROĞLU'NA SUİKAST İDDİASIYLA ALINDI

28 Şubat döneminde İslami guruplar üzerinden geliştirilen provakasyon dalgası ile Refah-Yol Hükümeti'ni devirme harekatının arkasındaki güç deşifre oluyor. O tarihte varlığı bilinmeyen Ergenekon örgütünün İslami kimliği ile tanınan birçok kişiyi kaçırıp ajanlaştırmaya çalıştığı ortaya çıktı. Örtü yasakçılığında başı çeken dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu'na suikast planladığı iddiasıyla gözaltına alınıp Metris Cezevi'ne konulan hukuk fakültesi öğrencisi Harun Akdere, başından geçen korkunç olayları Akit'e anlattı. Akdere, başörtüsü yasaklarına karşı direnen öğrenci guruplarında aktif olduğu için hedef alındığını, bir sabah Rektör Kemal Alemdaroğlu'na suikast iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklandığını ifade etti. Çıkartıldığı 6 Nolu DGM'deki ilk duruşmada suçsuzluğu anlaşılıp tahliye edilmesiyle kabusun bittiğini zanneden Akdere, memleketine giderken otogarda JİTEM tarafından kaçırılıp günlerce sorgulandığını, sorgusuna şu an Ergenekon'da sanık olan önemli kişilerle birlikte MOSAD ajanlarının da katıldığını söyledi.

İSTANBUL OTOGARI'NDA JİTEM TARAFINDAN KAÇIRILDI

Akdere başından geçen olayı şöyle anlattı: “99 senesindeki ilk duruşmada tahliye edildim. 7 Aralık günü Metris Cezaevi'nde gerekli evrakları imzalayıp çıkacakken cezaevinde JİTEM için çalıştığı bilinen Serdar Astsubay odasına çağırdı. Yanındaki iki sivili işaret ederek ‘Abilerinle kısa bir gezinti yapacaksın' dedi. ‘Adım atmam, babam kapıda bekliyor' deyince, soyismini hatırlamadığım Cezaevi Jandarma Komutanı Yüzbaşı Yavuz içeri girdi. Beni alacaklarını söylediklerinde sinirlendi, ‘Ben buradan adam vermem, dışarıda babası bekliyor, ona teslim edeceğim' diyerek beni dışarı çıkardı. Taksiye atlayıp uzaklaştım. Akrabalarıma uğrayıp hal hatır sorduktan sonra otogara gittim. Burada bilet aldığım sırada onlarca insanın gözü önünde başıma çuval geçirilip kaçırıldım.”

KİLYOS JANDARMA KOMUTANLIĞI BAHÇESİNDE JİTEM MERKEZİ

JİTEM'e ait bir binada gözünü açtığını ifade eden Akdere “İçeriye alındığımda eksi bir kata indirildiğimi anladım. Başımdaki çuvalı çıkarttılar, şöyle bir etrafa baktım, pencere yoktu. İki duvarı siyaha boyanmıştı. Bir duvarında Türk Cumhuriyetleri haritası, diğer duvarında Türk bayrağı olan bir odada sorguya alındım. 1. günün sonunda tam sorgu bitecekken fenalaştığım için hastaneye kaldırıldım. Benimle ilgilenen doktora nerede olduğumu sorduğumda Sarıyer Devlet Hastanesi'ne getirildiğimi söyledi. Dönüş yolunda jandarma eri bulunduğumuz yerin Kilyos olduğunu, Jandarma Karakolu içine kurulmuş JİTEM Sorgu Merkezi'nde tutulduğumu söyledi. O gece sorgulandığım odada sabah ettim. Sabah bana karşı tavırları değişmişti, daha iyi davranıyorlardı. Çok geçmeden nedeni anlaşıldı, sivil giyimli kişi JİTEM elemanlarına ‘Önemli kişiler gelecek, bir şeyler yedirin' deyince odadakiler ‘Emredersiniz komutanım' dediler.” şeklinde konuştu.

SORGUYA VELİ KÜÇÜK, ÜMİT SAYIN, ÜMİT ÖZDAĞ VE MOSSAD AJANI KATILDI

Birkaç saat sonra sorgu odasına başka sandalyeler konulduğunu ve o çok önemli sorgucuların odaya girdiğini belirten Akdere sözlerini şöyle sürdürdü: “Bağlı ellerimi çözdüler, beklemeye başladık birkaç saat sonra kapı açıldı, içeri asker ve sivillerden oluşan bir gurup girdi. Solumda bulanan 3 sıra sandalyeye oturdular. Dönüp baktığımda şok oldum, ilk sırada Veli Küçük Paşa, bir başka general ve o dönem akademisyen olan Habip Ümit Sayın vardı. Orta sıradaki kişiler içinde ise MHP'den vekil adayı olan Ümit Özdağ'ı gördüm. Terör uzmanı sıfatıyla sorguya katılmışlar. Gariban bir üniversite öğrencisine Apo muamelesi çekiyorlar.”

“EMNİYETİN ÖNÜNE ATIP GİTTİLER”

Alındığı araçla Vatan Caddesi'nde bulunan İstanbul Emniyeti'nin önüne getirildiğini söyleyen Akdere “Araçtan attılar beni. Onlarca polisin gözü önünde araçtan atıldım, bir tanesi arabayı durdurma gereği dahi duymadı. Nöbetçi polis beni yerden kaldırıp içeriye aldı. Durumu anlatınca Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürdüler. Burada da bir süre sorgulandıktan sonra her şeyin resmiyete geçmesi için aynen yeniden anlattım. İfademi imzalayıp çıktım. Kimliğimi bile almadım, o da orada kaldı. Hala da oradadır” dedi.

MUHBİR OLMAM İÇİN BASKI YAPTILAR

Kendisine sırayla sorular sorulduğunu ifade eden Akdere, Veli Küçük'ün tehdit, Ümit Sayın'ın analizvari sorular sorduğunu ifade etti. Bir sorgucunun Kur'an'dan ayetler okuduğunu, hafız olduğunu söyleyerek güvenini kazanmaya çalıştığını ifade eden Akdere “Mükemmel derecede Kur'an okuyup güven kazanmaya çalıştı. İlahiyat mezunu olduğunu söyledi. Onlar için çalışırsam İslam için çalışmış olacağımı, mensubu olduğum gurubun önderi hakkında bilgi vermem, gerektiğinde faaliyette bulunmam için baskı yaptılar. Veli Küçük açık açık tehdit ediyordu. Ümit Sayın ise ‘İçinizde kimler var, amacınız ne' falan diyordu” diye konuştu.

TÜRKÇE BİLEN MOSSAD AJANI SOHBETLERE KATILAN ASKERLERİ SORDU

Sivil giyimli bir kişinin soruları karşısında korktuğunu ifade eden Akdere, en arkada oturan yüzü karanlıkta kalan bu kişinin İsrail aksanı ile konuştuğunu belirtti. “Aksanından Musevi olduğu hemen anlaşılan bu kişi toplantı ve sohbetlerimize gelen askerler olup olmadığını sordu. Anladım ki MOSSAD için çalışıyor. Bir duyumu ve istihbaratı olmuş olacak ki ilk sorusu TSK'daki Müslüman askerleri deşifre etmeye dönüktü” diyen Akdere, bu kişilerin daha sonra odadan çıktığını ifade etti.

Hahambaşım Çok Yaşa!


Lozan'ın değiştirilemez maddeleri var mıydı?
Tarih, şaşırmaktır. Şaşırmaya niyeti olmayanlar, tarihin tozlu kepenklerini kaldırmasalar da olur bence. Her şey önceden belli ve değişme ihtimali olmayan bir katılıkta ise o zaman tarihçi olmaya
da gerek yoktur. Çünkü bir bilim, çözülmesi gereken problemler varsa yaşar. Bütün problemlerini tepeden tırnağa çözmüş bizimki gibi burnundan kıl aldırmayan bir inkılap tarihinin neden bir 'bilim' olamayacağı buradan da belli değil midir?

Bakın o çok örnek verilen Batı'ya, adamlar tarihlerini nasıl bir cesaretle hallaç pamuğu gibi atmaktalar. "Truva diye bir savaş oldu mu?"dan başlayıp "Newton'un büyücülükle nasıl kafayı bozduğu?"na varıncaya kadar yığınla konuyu havalandırıyorlar. İyi de ediyorlar. Şundan:

Bir kültür sürekli soru soran ve insanları bakılmamış pencerelere doğru süren adamlar yetiştiriyorsa hayatta demektir. Doğruların daha okulun kapısında nöronlarımıza monte edildiği bir sürece günümüzde eğitim denilmiyor ne yazık ki.

Hadi bir örnek ver de ne demek istediğini anlayalım diyenleri sabırsızlandırmamak için masamdaki kitabı açıyor ve başlıyorum okumaya:

Birinci Dünya Savaşı'nı herkes İngiltere kazandı diye bilir. Lakin kayıplara bakılınca durum hiç de öyle görünmüyor. Alman ve İngiliz hükümetlerinin resmi rakamlarına bakılırsa çetin ceviz bir manzara çıkıyor karşımıza. 1915 yılında İngilizlere karşı savaşan 20 bin Alman askeri ölürken, Almanlara karşı savaşırken ölen İngiliz askerinin sayısı 43 bini bulmuş. Ertesi yıl 109 bin İngiliz askeri ölürken sadece 49 bin Alman askeri hayatını kaybetmiştir. 1917'de savaşın seyri Almanların aleyhine dönerken rakamlar biraz şişmiştir, o kadar: 136 bin İngiliz'e karşılık, 72 bin Alman ölmüştür. Nihayet savaşın son yılında durum eşitlenebilmiştir: 108.539 İngiliz'e karşılık 108.508 Alman.Şimdi tarihçi John Mosier soruyor haklı olarak: Bu durumda toplam 249 bin kayıp veren Almanlar, 406 bin kayıp veren İngilizlere yenilmiş oluyorlar, öyle mi? Bu nasıl bir mantıktır böyle? Mosier'in iddiası şu ki, Alman Genelkurmay Başkanı Von Schleiffen'ın planları her bakımdan üstündü ve ABD müdahale etmemiş olsa Almanlar İtilaf devletleri'ni darmadağın ederlerdi.

Buyurun zamklı bir tartışmaya. İspatlanamasa bile bu iddiayı tartışmanın faydası, daha önce bakılmamış açılar bulup yeni gerçeklere kapı açmaktır ki, bu da sizin tarihe, dolayısıyla kendinize bakışınızı, en azından zenginleştirir. Öyleyse tarihi tartışmak, zenginleşmektir.

Bir de Lozan'da Çanakkale şehitlerini İngilizlere bıraktığımız yalan, diyenler çıktı. Halbuki sadece 'Mezarlıklar' bahsine baksalar neler yazılı olduğunu görürlerdi. İşte madde 128. "Türk hükümeti" diyor, "Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya hükümetlerine(...) abideleri muhtevi olan arsaları ayrı ayrı ebediyyen terk etmeyi taahhüt eder." Ne demek bu toprakları ebediyyen, yani sonsuza kadar, İngilizcesiyle söyleyelim "in perpertuity" İngiliz'e, şuna buna vermek? Çanakkale'deki araziyi kıyamete kadar verdik demedikleri kalmış.

Soruyorum: Bizim şehitlerimizin de kanlarıyla sulanmış bir toprak parçasını emperyalistlere sonsuza kadar bırakmayı taahhüt etmek de dahil midir Lozan zaferine?

Ya 37. maddeye ne diyeceğiz? Bu mudur zafer? Hadi beraberce okuyalım, o zaman:

"Turkey undertakes that the stipulations contained in Articles 38 to 44 shall be recognised as FUNDAMENTAL LAWS, and that no law, no regulation, nor official action shall conflict or interfere with these stipulations, nor shall any law, regulation, nor official action prevail over them."

Türkçesi şu:
"Türkiye 38'den 44'e kadar olan maddelerde musarrâh ahkâmın KAVÂNİN-İ ASLİYYE şeklinde tanınmasını ve hiçbir kânun, hiçbir nizâm ve hiçbir mu'âmele-yi resmiyenin bu ahkâma münâfi' veya mu'ârız olmamasını ve hiçbir kânun, hiçbir nizâm ve hiçbir mu'âmele-yi resmiyenin ahkâm-ı mezkûreye ihrâz-ı tefevvuk etmemesini ta'ahhüd eder."

"Fundamental laws" veya "kavânin-i asliyye" kelimelerini özellikle büyük harfle yazdım.

"TEMEL KANUNLAR" demektir. Yani İsmet Paşa Lozan'da bundan sonra gelecek 7 maddeyi, kendi anayasasından, yasalarından, tüzük ve işlemlerinin hepsinden üstün kabul etmiş ve gelecekte yapacağımız hiçbir düzenlemenin bu maddelere aykırı olamayacağına dair kapı gibi taahhütte bulunmuştur. Lozan'ın değiştirilemez maddeleridir bunlar.

Neredeyse baştan sona bizim taahhütlerimizi içeren Lozan Antlaşması'nı zafer olarak görmek, bizi gerçeklere karşı körleştirmekten başka bir işe yaramaz. Sonra bir şeyin zafer olup olmadığı neyle kıyaslandığına bağlıdır. Evet, Lozan, Sevr'le kıyaslarsak bir başarıydı. Öte yandan TBMM'nin İsmet Paşa'nın eline tutuşturduğu talimatnameyle kıyaslarsak başarısızlıktı.

Ama insaf edelim, ölü doğmuş olan ve Nutuk'ta haklı olarak antlaşma değil de 'proje' olduğu ısrarla belirtilen Sevr, Yunanistan'dan başka hiçbir devlet tarafından onaylanmamıştı. Üstelik İngiliz parlamenterler onunla paçavra diye dalga geçmemişler miydi? Neden bunları anlatmıyoruz bu ülkenin evlatlarına?

Üstelik Sevr'in Irak sınırını Lozan'da aynen kabul ettiğimizi de unutmayalım. Bu arada araştırmanız için bir köşeye not edin isterseniz: İmadiye ilçesi, Sevr'de bizde görünür ama Lozan'da Irak'a bırakılmıştır.

Haim Naum ismini duymuş muydunuz? Lozan'da ismi resmi listelerde görünmeyen, Osmanlı Yahudilerin Başhahamı olan bu zatı İsmet Paşa gayri resmi danışman olarak yanına almıştı. Peki nereden tanıyordu onu? Merak bu ya, araştırdım ve Esther Benbassa'nın hazırladığı ve Alabama Üniversitesi'nin bastığı "A Sephardic Chief Rabbi in Politics, 1892-1923" adlı kitapta şu ilginç bilgiye ulaştım: Meğer İsmet Paşa Harbiye'nin Topçu sınıfında okurken Haim Nahum onun Fransızca öğretmeniymiş. Böylece Lozan'ın ikinci devresinde hoca ile talebenin el ele çözdüklerini görüyoruz en sıkıntılı meseleleri.

Ne demiştik? Tarih, şaşırmaktır, değil mi? Lozan bizi daha çok şaşırtacak, çok.

6 Mart 2012 Salı

Tapınak Şövalyeleri - Haçlı Seferleri / Bölüm 1


Merhaba,Bugün en çok merak edilen,Yüzyıllardır Dünya'yı gizli olarak yöneten Tapınakçılar'ı inceleyeceğiz.Tapınakçıların doğuşu 1.Haçlı Seferlerine dayanır.Tapınakçıların doğuşunu anlamak için önce  Haçlı Seferleri'ni incelememiz gerekli.1.Haçlı Seferler'i Batı dünyasının fakirlik çektiği bir dönemde olmuştur.1.Haçlı Seferleri'nin oluşmasındaki en büyük etmenlerden biri Fakirlik içinde yüzen Hıristiyan dünyası zengin,bolluk içindeki Müslümanlardan bu zenginliği almak istemesidir.Papa II. Urban Haçlı Seferlerinin katılımını arttırmak ve insanlara cesaret kazandırmak amacıyla Clermont Konsili Toplantısında Büyük bir konuşma yapmıştır.(Livre des Passages d'Outre-mer yak).Bu konuşma çok özel olarak planlanmıştır.Konuşmasında Doğudaki zenginliklerin alınmasının büyük bir görev olduğundan ve Sefere katılacakların Cennet ile ödüllendireleceğinden bahsetmiştir.Haçlı seferi kavramını ortaya atmak için güney Fransa'nın iki önemli lideri olan "Toulouse'lu Raymondo IV" ve "Puy Başpiskoposu Adhemar" ile konuşmuştu. Adhemar Clermont Konsilinde şahsen bulunmuş ve bu konsilde "haç takma"ya, yani Haçlı Seferine gitmeye, başta talip olmuştu. Bundan sonra 1095'de ve 1096'nin sonlarına kadar II. Urbanus bu
Clermont Konsili
mesajını ülkeyi gezerek Fransa'ya yaymaya uğraştı ve kendinin Fransa'da varamadığı yerlerine kendine vekil olan piskoposlara ve papazlar gönderek bu Urban'ın fikirlerinin yayılmasını ve herkesce kabul görmesini sağladı. Yine Papa vekilleri papazlar bu fikirlerin Fransa, Almanya ve İtalya'da yayılmasına neden oldular. Bu konuşmaya gelen yanıt Bizans imparatoru Aleksius'un, hatta II. Urbanus'un, beklediğinden çok daha pozitif oldu. II. Urbanus Fransa'da yaptığı gezilerde Haçlı Seferine bazı kişilerin (kadınların, keşişlerin ve hastalarin) katılmasını yasaklamak istediğin açıkladı ama bu istekleri Hristiyan ahali tarafından kabul edilmediği hemen aşikar oldu. Sonunda bu silahlı haç seferine gitmeye gönüllü olanlar yüksek tabaka askerlik bilir şövalyeler değil; hiçbir savaş yapma yeteneği olmayan ve çok az serveti olan veya hiç serveti olmayan köylüler oldu. Kilise veya sivil bürokrasi tarafından kontrol edilemeyen yeni bir Hıristiyan inanç sistemi coşkusu Avrupa'nin her yanına yayıldı. Bu çoşkuyu ortaya çıkaran tipik bir âyinde önce II. Urbanus'un ortaya attığı fikirler açıklanmakta idi; sonra Haçlı Seferi gönüllüleri ortaya çıkıp Kudüs'teki"Kutsal Kabir Kilisesi"(Kıyamet Kilisesi) ne gidip kutsal hacı olmaya yemin etme töreni yapılmakta ve bu gönüllülere bezden bir kırmızı istavroz (haç) verilmekte ve bunu elbiseleri üstüne dikmeleri istenmekte idi.Bu Seferlere hiçbir İmparator katılmamıştır ancak birçok Baron Papa'nın çağrısına olumlu yanıt vermiştir.Bunlar:






  - Toulouse Kontu Raymond IV veya Raymond de Saint-Gilles;
  -  Bau'lu Giyom ve oğlu Bau'lu Raymond;
  - Tranta Kontu Boemondo ve yeğeni Tancred Güney İtalya'da Norman hükümdarlar ailesinden;
  - Vermandois'lı Hugh, Fransız Kralı I. Filip'in kardeşi
  - Corteheuse'lı Robert, Normandi Dükü ve (sonradan İngiltere Kralı olan) Fatih William'in kardeşi
 - Toulouse Kontu Raymond IV veya Raymond de Saint-Gilles;
  -  Bau'lu Giyom ve oğlu Bau'lu Raymond;
  - Tranta Kontu Boemondo ve yeğeni Tancred Güney İtalya'da Norman hükümdarlar ailesinden;
  - Vermandois'lı Hugh, Fransız Kralı I. Filip'in kardeşi
  - Corteheuse'lı Robert, Normandi Dükü ve (sonradan İngiltere Kralı olan) Fatih William'in kardeşi 
  -Flandra Kontu II. Robert.
  -Godefroi de Bouillon, Aşağı Loren Dükü; kardeşi Boulogne'lu Baudouin ve kuzenleri Bourg'lu Baudouin
  - Blois Kontu Blois'lu II. Einne
  - Amiens Kontu I. Enguerrand ve oğlu Marle'li Thomas
  - Saint-Pol Kontu II. Hugues de Campdavaine ve oğlu Enguerrand.


Bu kadar ayrıntı Tapınakçıları anlamamıza yeterli olacaktır :) 





Haçlılar'ın asıl hedefi Kudüs'ü ele geçirmekti.Haçlılar,Kudüs'e doğru ilerlerken binlerce insanı katletmiş hatta öldürdükleri insanları: ''biz gelmeden önce altınları yutmuştur'' diyerek mideleri kesmiş altın aramışlardır.Kudüs'e vardıkların da Çok büyük bir katliam yapmışlardır.Hatta Orada bulunan bir asker tarafından yazılan bir kitapta çok dehşet verici cümleler kullanılmaktadır.Bacaklarımıza kadar gelen kan gölü vardı.Yerlerde o kadar ceset vardı ki cesetlere takılıp düşe düşe ilerliyorduk.İnanılmaz bir Katliam yapılmıştı.Haçlılar Süleyman Tapınağı'na girmişti.Şimdi geliyoruz bu olayın ne kadar korkunç olduğunu hissettiren Konuşmalara:









O zamanda yaşamış, ismi bilinmeyen bir Latince tarih yazarının "Gesta Francorum" adlı eserinde bu durum şöyle betimlenmektedir:


''...  bizim askerlerimiz Süleyman Tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.''


Yine durumu diğer bir birincil kaynak "Chartres'li Fulcher" tarihinde


''Bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. Gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar.''


Diğer Haçlı yazarlardan biri olan, Aguiles'li Raymund ("Historia Francorum qui ceperunt Iherusalem" eserinde) bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatır:


''Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın bileklerinin boyunu aşıyordu.''


İbn al-Kalanisi (1073-1160) Şam tarihini işleyen Zeyl Tarih Dimaşk adlı zamanının tarihinde "Ahaliden çoğu öldürüldü. Sinagoglarına sığınan Yahudileri Franklar kafalarının üstünden yaktılar" demekte ve bu yangından sonra hiçbir yaşayan Yahudi kalmadığını yazmaktadır. Bazı yazarlar Haçlı askerlerin Sinagog içinde Yahudiler yanmakta devam ederken "İsam, Sana Tapıyoruz." ilahisini iniltiler üzerine duyurmak için bağırarak söylüyerek sinagog etrafında eğlendiklerini yazarlar.
Arap tarihci Ibn-i al Athir (1160-1233) Al-Kamil fi'l Tarih (Mukkemmel Tarih)" adlı 13 ciltlik abide eserinde




''Kutsal şehrin nüfusu kılıçtan geçirildi ve Frenkler bir hafta süren bir Müslüman katilamına giriştiler. Mescid-i Aksa Camiinde yetmiş binden fazla kişiyi öldürdüler.''


Birinci Haçlı Seferi'nde Kerboga'ya karşı Antioch'dan çıkış hücumu. Piskopos şapkalı Puy Baspiskoposu Adhémar de Monteil "Kutsal Mızrak" taşımakta
Godfrey de Bouillon: Fransız soylu şövalye. Kudüs Krallığı kurucusu
Bu konuşmalar gerçekten insanın kanını donduruyor.Haçlı Seferi bittikten sonra,Haçlılar Kudüs Krallığı adlı bir devlet kurdular. Tapınakçılar, Haçlıların Kudüs'ü ele geçirmelerinden ve bir Latin Krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. 1118 yılında kurulan ve herkesçe tanınan adı "Tapınakçılar" veya "Tapınak Şövalyeleri" (İngilizce'de Templars ya da Knights Templar) olan bu tarikatın tam ismi "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Yoksul Şövalyeleri" idi. ("Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis") Kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu: Hugues de Payens, Godfrey de St. Omar, Godfrey Rossal, Gundemar, Godfrey Bisol, Payen de Montdidier, Archibald des St. Aman, Andrew de Montbard ve Provins Kontu. Ortaçağ Avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak bu tarikatın kuruluşu Kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti. (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü, 12. yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır.)  Yukarıda adı geçen kurucular dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin'in huzuruna çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi'nin ardından Kudüs'e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. Kral Tapınakçılar'ın ilk "Büyük Üstadı" olan Hugues de Payens'i yakından tanıyordu. Kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı'nın yer aldığı (Mescid-i Aksa'yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Hıttin Savaşı'nın ardından Kudüs'ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince "Tapınak Tepesi", Tapınakçılar'ın merkezi oldu. Kendilerine "Süleyman Tapınağı" ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de işte buydu. Özellikle burasını kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti. Tapınak, Hz. Süleyman'ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak'tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu.
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, kutsal toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. Ancak Tapınakçılar'ın gerçek amacı çok farklıydı...Diğer yazımda Tapınak Şövalyeleri'nin 2.Bölümünü inceleyeceğiz,Takipte kalın :)












Ahmet Sait AVCI












4 Mart 2012 Pazar

Atatürk Mason mu?

Atatürk
Herkesin çok tartıştığı bir konu.Yalan,saçma haberlerin yanında Gerçeğe yakın haberler var.Bende bu ayrımı bitirmek için bu makaleyi yazıyorum.Atatürk'ün fotoğraflarında gösterdiği Mason NİZAM duruşudur.Neredeyse tarihteki tüm ünlü Masonların fotoğraflarında gördüğümüz NİZAM duruşunu Atatürk'te uygulamıştır.Tamam NİZAM duruşunu sergilemiş olabilir ancak bu bize Atatürk'ün Mason olduğunu kanıtlamıyor.Atatürk'ün yaşamında masonlarla görüştüğü ile bilgiler vardır ancak bu kanıtlanamamıştır.Atatürk Mason localarını kapattırmıştır.Ancak kapattığı Localar hakkında sadece bir kez kötü söz söylemiştir.Kısaca Atatürk'ün mason olup olmadığı hakkında herhangi bir belge yoktur.Eğer bu çıkmaz konu hakkında fikrimi sorarsanız,Bizlerin bu konuyu tartışmamız bile bir oyundur.Oyunların içinde bile büyük oyunlar var.BDD'ni anlamaya başladığımız zaman,Bu konu ve diğer çıkmaz konulara açıklık getirebileceğiz.Gelecek yazımda buluşmak üzere...
Nizam Duruşu


Atatürk










Daha fazlası için :



                                                                                                          Ahmet Sait AVCI

3 Mart 2012 Cumartesi

Masonluk Ve Yahudilik

İlk yazımda sadece başlıktan bahsedeceğim.Çünkü Bu Konu o kadar geniş ve ayrıntılı ki Tek bir makale ile bitebilecek bir şey değil.İlerideki yazılarımda Masonluk ve Yahudilik'in köklerine ineceğiz,Büyük adamlarını tanıyacağız,Dünya'yı nasıl oyuncak gibi kullandıklarını ve Büyük oyunlarını göreceğiz.Küçük bir açıklamaya yapmak isterim.Dünyada olan Savaşlar,Ölen insanlar,Ağlayan çocuklar MASON-YAHUDİ savaşı'nın ürünüdür.Dünya'nın en büyük iki locasına sahip olan bu iki akım o kadar güçlüdür ki Süper Güç Amerika Birleşik Devletleri'nin bu zamana kadar ki neredeyse tüm başkanları Mason yada Yahudi locası'nın desteğini alarak seçimleri kazanmış ve onların istedikleri yolda faaliyetlerde bulunmuşlardır.Birkaç başkan hariç hepsi Mason yada Yahudidir.İleride çok bahsedeceğim Büyük Dünya Düzeni'ni farketmiş ve buna karşı savaşmış,Dünya'nın en güçlü darbesi ile öldürülmüş John F. Kennedy...Bir sonraki yazımda buluşmak üzere...




Ahmet Sait AVCI